1. “Şirket Ortaklığından Çıkma ve Şirket Yöneticisinin Azli Konuları Tahkime Elverişlidir.
Tahkim Kaydının Mutlaka Şirket Sözleşmesinde Yer Alması Gerekmez.
Hakeme Başvurulmadan Önce Arabulucuya Başvurulmasını Öngören Düzenlemeler Tahkim Sözleşmesini Geçersiz Kılmaz.”
T.C.
İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2021/1472 K. 2024/1442 T. 10.10.2024
“Asıl dava, davacının şirket ortaklığından çıkmasına izin verilmesi, karşı dava ise şirket yöneticisinin azli istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, davalı şirkete yönelik davanın tahkim ilk itirazı nedeniyle usulden reddine, davalı ortağa yönelik çıkma davasının husumet nedeniyle reddine, karşı davanın tahkim şartı nedeniyle usulden reddine karar verilmiş; bu karara karşı, azıl davada davacı vekilince, yasal süresi içinde istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, ileri sürülmüş olan istinaf nedenleriyle ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.
İstinaf başvurusu sadece asıl davaya yönelik olup, inceleme de asıl davaya hasren yapılmıştır. Davalı şirket vekilince 07.06.2021 tarihinde cevap dilekçesi sunulmuş, aynı dilekçe ile karşı dava açılmıştır. Davalı ortak da aynı tarihte cevap dilekçesi sunulmuştur. Her iki davalının, dava dilekçesinin tebliğine ilişkin işlemlerin usulsuz olduğu ve öğrenme tarihinin tebliğ tarihi olarak değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. İlk derece mahkemesince, tebligatta yeterli açıklık bulunmadığı gerekçesiyle tebligatın geçersiz olduğu kabul edilerek, tahkim ilk itirazının süresinde olduğu benimsenmek suretiyle sonuca gidilmiştir. Öncelikle, şirketin iki ortaklı olması hâlinde dahi ortaklıktan çıkmaya izin davasının şirket tüzel kişiliğine karşı açılması gerekmektedir. Bu tür bir davanın şirketin yönetici ortağına karşı açılması mümkün olmadığından, gerçek kişiye karşı açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmesi yerinde olup davalı gerçek kişi bakımından verilen hükme yönelik istinaf başvurusunun reddi gerekir.
Davalı şirkete yapılan tebligatın usulsüz olup olmadığının ve buna bağlı olarak da tahkim ilk itirazının süresinde olup olmadığı hususunun incelenmesinde; hükmi şahıslara ne şekilde tebligat yapılacağı 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 12. ve 13. maddelerinde belirlenmiştir. Borçlu şirketin tebligat adresinin, ticaret sicilinde kayıtlı adresi olması ve tevziat saatlerinde kapalı bulunması veya tebligatın alınmasından imtina edilmesi hâlinde, bu adrese 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/1. ya da 35/4. maddelerine göre tebligatın yapılması gerekir. 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 12. maddesine göre, hükmi şahıslara tebligat selahiyetli mümessillerine, bunlar birden fazla ise yalnız birine yapılır. Aynı Kanunun 13. maddesine göre de tebliğ yapılacak bu kişiler, herhangi bir sebeple mutad iş saatlerinde işyerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamayacak bir halde oldukları takdirde, tebliğ orada hazır bulunan memur ve müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat Yönetmeliğinin 21. maddesinde de, tüzel kişi adına, tebligatı kabul edecek kişi herhangi bir sebeple mutad iş saatlerinde bulunmadığı veya o sırada evrakı bizzat alamayacak durumda olduğu takdirde tebliğin, orada hazır bulunan memur veya müstahdemlerinden birine yapılacağı, kendisine tebliğ yapılacak memur veya müstahdemin tüzel kişinin o yerdeki teşkilatı veya personeli içinde vazife itibariyle tüzel kişinin yetkilisinden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi esasen bu kabil işlerle vazifelendirilmiş biri olması lazım geldiği, bunların da bulunmadığı tebliğ mazbatasında tespit edilmek şartıyla, o yerdeki diğer memur veya müstahdemlerinden birine yapılacağı, ancak, kendisine tebliğ yapılacak memur veya müstahdemin, tüzel kişinin o yerdeki teşkilatı veya personeli içinde görev itibariyle tebligatın muhatabı olan tüzel kişinin temsilcisinden sonra gelen bir kimse veya evrak müdürü gibi esasen bu tür işlerle görevlendirilmiş bir kişi olması gerektiği hüküm altına alınmıştır.
Somut olayda tüzel kişi şirkete dava dilekçesi 23.01.2021 tarihinde, şirket çalışanı …’ya tebliğ edilmiştir. Ancak Yönetmelik hükmü gereğince bu kişinin tebligat almaya yetkili olup olmadığı belirlenmeden yapılan tebligatın geçersiz ve öğrenme tarihinin tebliğ tarihi sayılması gerektiği, davalının tebligatı öğrendiğini beyan ettiği tarihten önce öğrendiğine dair bir iddia ve delil sunulmadığı anlaşılmakla, tahkim ilk itirazının HMK’nın 116. maddesine göre süresinde olduğu sonucuna oluşmuştur. Tebligat yapılan çalışanın adının gerekçeli kararda, maddi hata sonucu farklı yazılmasının tebligatın geçersizliğine bir etkisi bulunmamaktadır.
Taraflar arasında düzenlenen ve onaylı tercümesi dosya içerisinde bulunan 02.10.2017 tarihli ”… Şirketi Kurmaya Anlaşma Sözleşmesi” başlıklı belge incelendiğinde; taraflarının davacı ile davalı olduğu, sözleşme ile tarafların dava dışı şirketi kurmak konusunda mutabık kaldıkları ve şirketin Türkiye ve çevre ülkelerdeki yabancılara danışmanlık ve hukuki konularda arabuluculuk vermek üzere kurulduğu, şirket süresinin on yıl olduğu belirlenmiştir. Taraflarca kabul edilen sözleşmenin “Şirketten doğan anlaşmazlıkların çözümü” başlıklı 22. maddesinde, “Bu şirketten ve bu sözleşmeden doğacak olan anlaşmazlıklardan arabuluculuğa başvurulur. Her taraf bir kişi belirler ve o kişiler üçüncü kişi seçerek tahkim heyeti oluşturur ve bu heyetin kararlarına iki taraf da kabul edeceğini taahhüt eder.” düzenlemesi yer almaktadır. Taraflar arasında, tarafların ortağı olduğu dava dışı şirketin kuruluşundan önce 02.10.2017 tarihli ön sözleşmenin imzalandığı ve sözleşmenin 22. maddesinde tahkim şartı bulunduğu tarafların kabulündedir. İstinaf başvurusunda uyuşmazlığa konu tahkim şartının geçerli olup olmadığı ve bu şartın bu sözleşmenin yanı sıra kurulan limited şirketin ana sözleşmesinde de yer almasının zorunlu olup olmadığı, tahkim sözleşmesinin açık ve davaya konu uyuşmazlığı kapsayıp kapsamadığı noktasındadır.
Bir uyuşmazlığın tarafları, üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri (tahkime elverişli) bir uyuşmazlığın hakem veya hakem heyeti tarafından çözümlenmesini kararlaştırabilirler. Bir uyuşmazlığın hakemde görüleceğine ilişkin sözleşmeye tahkim sözleşmesi denir. Tahkim sözleşmesi, temel ilişkiyi düzenleyen sözleşmeden ayrı bir tahkim sözleşmesi olarak düzenlenebileceği gibi, temel ilişkiyi düzenleyen sözleşmeye konulacak bir tahkim şartı şeklinde de yapılabilir. HMK’nın 412/1. maddesi uyarınca, “Tahkim sözleşmesi, tarafların, sözleşme veya sözleşme dışı bir hukuki ilişkiden doğmuş veya doğabilecek uyuşmazlıkların tamamı veya bir kısmının çözümünün hakem veya hakem kuruluna bırakılması hususunda yaptıkları anlaşmadır”. Bu yasal düzenlemede, UNCITRAL Model Kanunu’ndaki tanım esas almıştır. Benzer bir tanım, Milletlerarası Tahkim Kanunu (MTK)’nun 4. maddesinde de yer almaktadır. Tahkim sözleşmesine dair yasal tanımdan da anlaşılacağı üzere, tahkim sözleşmesinin konusu, tahkime elverişli her türlü hukuki uyuşmazlıklardır. Uyuşmazlığın sözleşmeden, haksız fiilden, sebepsiz zenginleşmeden ya da kanundan doğmuş olmasının bir önemi yoktur. Geçerli bir tahkim sözleşmesinin varlığından söz edebilmek için; tahkim sözleşmesinin yazılı şekilde yapılmış olması, tarafların tahkim iradesinin tahkim sözleşmesinde tereddüde yer vermeyecek derecede açık bir şekilde tecelli etmiş olması ve uyuşmazlık konusunun tahkime elverişli olması ve gerekir.
Somut olayda, tahkim sözleşmesinin geçerliliği bakımından bu üç koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğinin açıklığa kavuşturulması gerekir.İlk olarak; taraflar arasında imzalandığı ihtilafsız olan ”… Şirketi Kurmaya Anlaşma Sözleşmesi”nin 22. maddesi, yazılılık koşulunu karşılamaktadır. Anılan sözleşme, hukuki niteliği itibariyle “Pay sahipleri sözleşmesi” ya da diğer deyişle “Hissedarlar sözleşmesi” niteliğindedir. Pay sahipleri sözleşmeleri (shareholders agreements), bir şirketin pay sahiplerinin bir kısmı ya da tamamı arasında, sözleşme özgürlüğü çerçevesinde borçlar hukuku zemininde akdedilen, pay sahiplerinin şirket bünyesindeki pay sahipliği haklarını kullanma şekilleri bakımından birbirlerine karşı üstlendikleri yapma ve yapmama taahhütlerini içeren, şirketin ve yürüttüğü ticari faaliyetin yönetilme esasları konusunda tarafı olan pay sahiplerinin ortak anlayış ve iradelerini yansıtan sözleşmeler olarak tanımlanabilir (AYOĞLU, Tolga, Sermaye Şirketleri Özelinde Şirketler Hukuku Uyuşmazlıklarının Çözümünde Tahkim, On İki Levha Yayıncılık, 2018, Lexpera, e- kitap, s.174).
Somut olayda taraflar, şirketin kuruluşu öncesinde, bu hissedarlar sözleşmesini imzalamış ve şirketin faaliyetleri ve yönetimi ile ilgili olarak tarafların yükümlülüklerini belirlemiştir. Bu hissedarlar sözleşmesinin tarafları, eldeki davada davacı ve davalı konumundadır. Hissedarlar sözleşmesine konu … iki ortaklı olup, ortakları, eldeki davanın taraflarından ibarettir. Şirketin sicil kaydına göre bu iki ortak, aynı zamanda şirketi tek başına (münferiden) temsile yetkili müdürleridir. Anılan hissedarlar sözleşmesinin 10. maddesinde şirketin yönetimi, diğer maddelerde ise şirketin faaliyet konusu, gelirleri ve ortakların yükümlülükleri düzenlenmiştir. Sözleşmedeki tahkim şartında açıkça, şirketle ilgili olarak iki taraf arasında çıkacak uyuşmazlıkların hakemde çözüleceği kararlaştırılmış olup, şirketin yönetimi konusu, açıkça hissedarlar sözleşmesinin konusudur ve bu nedenle şirket müdürünün azli talebi, hissedarlar sözleşmesindeki tahkim koşulunun kapsamında kalmaktadır. Tahkim şartının mutlaka şirket ana sözleşmesinde yer alması gerekmez. Şirketin kuruluşundan önce taraflar arasında ortaklığın esasını düzenleyen bir hissedarlar sözleşmesi yapılması halinde, bu sözleşmeye de ortaklar arasında çıkacak uyuşmazlıkların, tahkim yoluyla çözülmesine ilişkin bir hüküm konabilir. Bu hükmün geçerli olması için, sonradan düzenlenecek şirket esas sözleşmesine de aynı hükmün eklenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır.
Aşağıda şirket uyuşmazlıklarının tahkime elverişliliği bağlamında açıklanacağı üzere; Yargıtay 11. HD’nin 2011/13485 E- 2012/19915 K sayılı, 05.12.2012 tarihli kararında, şirket esas sözleşmelerinde yer alan tahkim koşunun geçersiz olduğuna hükmetmiş ise de aynı Dairenin 2012/17087 E- 2013/749 K sayılı, 15.01.2013 tarihli kararında, hissedarlar sözleşmelerine konulan tahkim şartının geçerli olduğu benimsenmiş ve iptal davası hakkında verilen kararın esası incelenmiştir.
Bu açıklamalara göre, taraflar arasında, eldeki davaya konu uyuşmazlığı kapsayan yazılı bir tahkim sözleşmesinin bulunduğu ve geçerlilik bakımından yazılılık koşulunun sağlandığı belirlenmiştir. İkinci olarak; anılan 22. maddedeki tahkim koşulunun iki aşamalı olduğu anlaşılmaktadır. Tahkim şartındaki düzenlemeye göre taraflar, öncelikle arabulucuya başvuracaktır. Sözleşmede açıkça ifade edilmemiş olsa da tarafların sözleşmeye yansıyan bu irade ve ifadelerinden anlaşıldığı üzere, arabuluculuk faaliyetinden sonuç alınmaması halinde tahkim prosedürü işletilecektir. Tahkim sözleşmesinde, tarafların, hakeme başvurmadan önce arabulucuya başvurmalarını ya da uzlaşma görüşmeleri yapmalarını veya hakem bilirkişiye başvurmalarını zorunlu kılan ve ancak bu yollardan sonuç alınamazsa hakeme dava açılabileceğini öngören tahkim sözleşmeleri geçerlidir. Çünkü, esas olan tarafların uzlaşarak uyuşmazlığı sonlandırmalarıdır. Bu nedenle, hakemde dava açılmadan önce tarafların uzlaşma çabası içerisine gireceklerine ve bu amaçla, öncelikle arabulucuya başvurmaları gerektiğine dair tahkim öncesi ihtiyari veya zorunlu aşamalar öngören sözleşme hükümleri (tahkim öncesi uyuşmazlık çözüm klozları), tarafların uyuşmazlığı hakeme götürme iradelerini sakatlamaz (Bu konuda ayrıntılı açıklamalar için bknz: EKŞİ, Nuray, Tahkim Öncesi Uyuşmazlık Çözüm Usulleri ve Bu Usuller Tüketilmeden Tahkime Başvurulmasının Sonuçları, İstanbul, 2015).
Somut olayda taraflar, bu sözleşmeyle ve şirketle ilgili olarak ortaya çıkacak uyuşmazlıkların arabuluculuk yoluyla çözülmemesi hâlinde tahkim yoluyla çözüleceğine dair açık ve kesin iradelerini ortaya koymuşlardır. Tahkim sözleşmesi, bu bakımdan da geçerlidir.
Üçüncü olarak; tahkim sözleşmesinin konusu, tahkime elverişli her türlü hukuki uyuşmazlıklardır. Uyuşmazlığın sözleşmeden, haksız fiilden, sebepsiz zenginleşmeden ya da kanundan doğmuş olmasının bir önemi yoktur. Hangi konuların tahkime elverişli olduğu HMK’nın 408. maddesinde düzenlenmiştir. Madde hükmüne göre, taşınmaz mallar üzerindeki ayni haklardan veya iki tarafın iradelerine tabi olmayan işlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar tahkime elverişli değildir. Bu hüküm, MTK’nın 1. maddesinin 4. fıkrasında, “Bu Kanun, Türkiye’de bulunan taşınmaz mallar üzerindeki aynî haklara ilişkin uyuşmazlıklar ile iki tarafın iradelerine tâbi olmayan uyuşmazlıklarda uygulanmaz” şeklinde tekrarlanmıştır. Bu yasal düzenlemelere ve öğretideki kabule göre, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri uyuşmazlıklar, tahkime elverişlidir (KURU, Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku, Legal Yayınevi, İstanbul, 2016, s.934). Özellikle tarafların üzerinde sulh olabilecekleri uyuşmazlıklar taraf iradesine tabi uyuşmazlıklardır (Hakan PEKCANITEZ/ Muhammet ÖZEKES/ Mine AKKAN/ Hülya TAŞ KORKMAZ, Pekcanıtez Usul- Medeni Usul Hukuku, C:III, 15.Basım, İstanbul 2017, s.2632). Maddi hukuktaki tasarruf yetkisi, usul hukukunda tasarruf ilkesi olarak karşımıza çıkar. Tasarruf ilkesi, tarafların dava konusuna etki edebilmelerini ifade eder. Daha somut ifadesiyle; davanın ancak taraflarca açılacağı, davanın konusunun davacı tarafından belirleneceği, feragat, kabul ve sulh gibi işlemlerle dava konusu ve yargılama üzerinde tasarrufun mümkün olduğu, davanın geri alınabileceği gibi hususlar, tasarruf ilkesinin görünümleridir. Tahkime elverişlilik, sözleşme özgürlüğünün sınırlarına tabidir. Bu konudaki özgürlüğün sınırları kanunla belirlenir. Bu sınırın belirlenmesinde tasarruf yetkisi önemli olmakla birlikte, kanun koyucu, tarafların tasarrufuna tabi olsa bile bazı konuları tahkime elverişli kılmayabilir (YEŞİLOVA, Bilgehan, Milletlerarası Ticari Tahkimde Nihai Karardan Önce Mahkemelerin Yardımı Ve Denetimi, İzmir, 2008, s.318-321). Gerek HMK gerekse MTK, tahkime elverişli olmayan uyuşmazlık türlerini, “taşınmazın aynına ilişkin uyuşmazlıklar” ve “tarafların iradesine tabi olmayan uyuşmazlıklar” olarak sınırlandırmış, bunun dışındaki uyuşmazlıkların tahkime elverişli olduğunu benimsemiştir. Yani asıl olan tahkime elverişlilik olup, tahkime elverişsizlik istisnaidir. Tahkime başvurabilmek yasalarla tanınmış bir hak olduğuna göre, bu hakkı sınırlandıran istisnaların dar yorumlanması gerekir. Bu bağlamda, şirket uyuşmazlıklarının da kural olarak tahkime elverişli olduğu öğretide kabul edilmektedir (İLHAN, Hüseyin Afşın, Tahkim Sözleşmesinin Geçerliliği, Ankara, 2016, s.240; AYOĞLU, s.79 ve s.162-169). Yargıtay da yukarıda anılan kararında belirtildiği üzere, hissedarlar sözleşmesindeki tahkim şartının geçerliliğini benimsemiş ve iptal davasının esasını incelemiştir (Yargıtay 11. HD’nin 2012/17087 E- 2013/749 K sayılı, 15.01.2013 tarihli kararı). Yargıtay 11. HD’nin yukarıda anılan 2011/13485 E- 2012/19915 K sayılı, 05.12.2012 tarihli kararında, şirket esas sözleşmelerinde yer alan tahkim koşunun geçersiz olduğunu ve bunun sonucu olarak şirket genel kurul kararının iptali davasının hakemde görülemeyeceğine hükmetmiş ise de bu karar, 6762 sayılı TTK (eTTK) yürürlükte iken ortaya çıkmış olan bir uyuşmazlığa ilişkindir. Nitekim, kanun koyucunun, şirket uyuşmazlıklarının tahkime elverişli olduğuna dair iradesini, 6102 sayılı TTK’nın 561. madde gerekçesinde açıkça dile getirdiği görülmektedir. Anılan madde şirket kurucuları, yöneticileri, denetçileri ve tasfiye memurları aleyhine açılacak sorumluluk davalarda yetkiyi düzenleyen bir madde olup, gerekçesinde, “6762 sayılı Kanunun 309. maddesinin üçüncü fıkrası hükmü bağımsız bir hüküm haline getirilmiştir. İsviçre BK. m. 761’in aksine hüküm somut olaya göre yetkili olan mahkemeler yanına bir diğer yetkili mahkeme daha eklenmekte, yoksa inhisarî yetkiyi haiz bir mahkemeyi göstermemektedir. Tahkim ve yetki sözleşmesi yapmak yolu açıktır.” Gerekçe açıkça, şirket uyuşmazlıkları bakımından tahkim yolunun açık olduğunu ifade etmektedir. Şirket uyuşmazlıkları bakımından tahkim yolunun açılması ve esas sözleşmelere tahkim şartının konulabilmesi, yatırımların teşviki bakımından son derece önemlidir. Çünkü günümüzde sermaye, tüm zamanlara göre daha fazla küreselleşmiştir. Uluslararası sermaye, kendisine en cazip kâr olanaklarını sunan ülkelere doğrudan veya dolaylı yatırımlar yapmaktadır. Uluslararası yatırım yapan girişimcilerin yatırım yaptıkları yabancı ülke hukukuna ve yargı sistemine dair yeterli bilgiye sahip olmaması nedeniyle hukuki öngörülebilirlik ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Tahkim kurumu, bu ihtiyacın karşılanmasında önemli bir işlev üstlenmiştir. Tahkimin yatırımları teşvik eden bu özelliğini fark eden devletler, hukuk sistemlerini bu ihtiyaç doğrultusunda yeniden düzenleme çabasına girmişlerdir. Türk tahkim hukuku da bu çaba doğrultusunda, çağdaş tahkimin tüm uluslararası düzenlemelerini benimsemiş, bu bağlamda, uluslararası sözleşmelere taraf olmuş, HMK ve MTK’daki tahkim düzenlemeleri bakımından UNCITRAL Model Kanununu esas almıştır (AKINCI, Ziya, Milletlerarası Tahkim, İstanbul, 2020, s.52; TUNÇ YÜCEL, Müjgan, HMK Uyarınca İhtiyati Tedbir ve Delil Tespiti, Ankara, 2013, s.68. Türk kanun koyucusunun tahkimi teşvik eden bu iradesinin, temel kanunların yorumlanmasında da dikkate alınması gerekir. Çağdaş hukuk sistemlerinin pek çoğunda, tahkimi destekleyen bir yorum tercih edilmektedir. Böylece mahkemelerin iş yükünün azaltılması ve yerli ve yabancı yatırımların teşvik edilmesi amaçlanmaktadır. Bunun sonucu olarak, tahkim itirazını inceleyen mahkemeler, tahkim sözleşmesini olabildiğince geniş yorumlayarak, tahkim sözleşmesinin geçerli olmasını sağlamaktadır (İLHAN, s.129). Bu bağlamda, bir konunun tahkime elverişli olup olmadığının belirlenmesinde, hukuk sisteminin izin verdiği ölçüde, tahkim anlaşmasına geçerlilik tanıyacak yorumun benimsenmesi gerekir.
Somut olayda, asıl davaya konu uyuşmazlık, şirket ortaklığından çıkmaya ilişkindir. Bu davada tasarruf ilkesi bütünüyle geçerlidir. Davacı davadan feragat edebileceği gibi davalıyla sulh olabilir, davalı davayı kabul ile bitirebilir. Bu nedenle meselenin bütünüyle tarafların iradesine tabi olduğu açıktır. Şirkette davacı ve davalı dışında başka ortak da bulunmadığından, tahkim sözleşmesinin, sözleşmeye taraf olmayan kişilere sirayeti de söz konusu değildir. Uyuşmazlık, bütünüyle taraf iradelerine tabi olup tahkim koşulunun geçerli olduğunun, yani uyuşmazlığın tahkime elverişli olduğunun kabulü gerekir(AYOĞLU, s.164).
Yargıtayımızın şirket ortakları arasında uyuşmazlıkların tahkime elverişliliği konusunda verdiği kararlar oldukça sınırlıdır. Yukarıda sözü edilen iki karardan başka; Yargıtay 11. HD’nin 2014/141 E- 2014/ 6951 K sayılı, 09.04.2014 tarihli kararında, hissedarlar sözleşmesindeki tahkim şartına dayanılarak şirketin fesih ve tasfiyesi için hakemde dava açılamayacağı, tahkim konusunda şirket ortakları arasındaki sözleşmede yer alan bir hükmün veya yapılacak hakem sözleşmesinin geçerli olmadığı, TTK’nın 530 ve 531. maddelerinde şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesini yetkili kılan hükümlerin buna izin vermeyeceği, tahkimin sadece taraf iradelerine tabi konularda mümkün olduğu, şirket ortakları arasındaki tahkim koşulunun geçerli olmadığı gerekçeleriyle, tahkim ilk itirazını kabul ederek davayı usulden reddeden ilk derece mahkemesi hükmünü bozmuştur. Bu kararın değerlendirilmesinde: Öncelikle, mahkemede açılacak bir dava bakımından kesin yetki kuralının konulmuş olması, o meselenin tahkime elverişli olmadığına gerekçe yapılamaz (YEŞİLOVA, s.334-335; AYOĞLU, s.86-87. İkinci olarak, bu kararda yer alan “şirket ortakları arasındaki tahkim şartının geçerli olmadığına” dair genel gerekçenin hukuki dayanakları gösterilmemiştir. Şirket ortakları arasındaki tahkim şartının her uyuşmazlık bakımından geçerli olmayacağına dair bu genel tespit, yukarıda anılan madde 561 gerekçesine aykırı olduğu gibi, Yüce Daire, bu genel tespitinin dayanaklarını da açıklamamıştır. Anılan karar gerekçesinde tahkimin, yalnız tarafların arzularına tabi olan yani davalı ile davacının mahkeme kararına gerek olmaksızın aralarında anlaşarak sonuçlandırabilecekleri uyuşmazlıklar konusunda geçerli olduğu belirtilmiş ise de bu gerekçe her zaman doğru olmayabilir. Çünkü şirket ortakları anlaşıp bir genel kurul kararı alarak şirketin tasfiyesine karar verebilirler. Şirketin tasfiyesi her zaman mahkeme kararıyla olmaz. O hâlde fesih ve tasfiye davasının dahi tahkime elverişli olduğu savunulabilir. Ancak Yüce Dairenin, fesih ve tasfiye konusunun tahkime elverişli olmadığına dair vardığı sonuç, kamu düzeni gibi farklı mülahazalarla benimsenebilir. Nitekim öğretide fesih ve tasfiyenin şahsın hukukunu ilgilendirdiği, tüzel kişiliğin sona ermesi sonucunu doğurduğu, kamu düzeniyle ilgili yanlarının bulunduğu vb. gerekçelerle tahkime elverişli olmadığını savunan görüşler bulunduğu gibi, aksini savunan görüşler de mevcuttur (Bu konuda Türk ve yabancı öğretide savunulan görüşler için bknz: AYOĞLU, s.138-147) Bununla birlikte, ortaklar arasındaki her türlü tahkim anlaşmasının geçersiz olduğuna dair genel bir gerekçenin benimsenmesi mümkün görünmemektedir. Örneğin, ortakların kâr payı dağıtımı konusunda ya da şirket yöneticisinin sorumluluğu konusunda ortaya çıkacak uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözümleneceğine dair tüm ortakların anlaşma yapmaları mümkündür. Nitekim, TTK’nın 561. maddesinin gerekçesinde, sorumluluk davalarının tahkime elverişli olduğu açıkça benimsenmiştir. Bu bağlamda, somut olayda olduğu gibi, şirket ortakları, şirket yöneticisinin yönetim görevini esas sözleşme ve yasaya uygun yerine getirmediği iddiasıyla açılacak davaların hakemde görüleceğine ya da şirket ortaklığından çıkma talepleri bakımından tahkim anlaşması yapabilirler. Buna engel bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, eldeki dava şirket ortağının çıkmasına ilişkin olup TTK’nın 638. maddesi gereğince, her ortak haklı sebeplere dayanarak çıkma davası açabilir. Buradaki mahkeme kavramına, tahkim yolunun da dâhil olduğunun kabulü gerekir. Dava, davalının davayı kabul etmesiyle de sona erebilecek niteliktedir. Tüm bu nedenlerle, gerek asıl davadaki ortaklıktan çıkma talebi gerekse istinafa konu edilmeyen karşı davadaki şirket yöneticisinin azli talebi, bütünüyle tarafların iradesine tabi işlerden olup, bu tespitin doğal bir sonucu olarak da eldeki davanın tahkime elverişli olduğu sonucuna varılmaktadır.Hakem heyetinin çıkma konusundaki kararının ticaret sicil kaydında değişiklik yapmayı gerektirecek nitelikte olması da tek başına o işlemin tahkime elverişli olmaması sonucunu doğurmaz. MTK hükümlerine tâbi hakem kararlarının icrası zaten anılan Kanun’un 15/B maddesi uyarınca mahkemece verilecek “kararın icra edilebilir olduğuna dair belge” üzerine yapılacağından, sicil değişikliğinin mahkemenin bu icra edilebilirlik kararıyla yapılacağı dikkate alındığında, kararın sicil değişikliği yapacak olmasının tahkime elverişliliği ortadan kaldırmayacağı tartışmasızdır. HMK hükümlerine tabi ulusal tahkimde ise hakem kararları ile mahkeme kararları eşit seviyeye getirilmiş ve mülga HUMK düzenlemesinden farklı olarak, hakem kararının icrası için mahkemeden icra edilebilirlik şerhi alınmasına gerek görülmemiştir. HMK’nın 443. maddesinin gerekçesinde, hakem kararının verildiği anda icra edilebilir hâle geldiği, bu düzenlemenin tahkim kurumunu teşvik için getirildiği açıklanmıştır. Türk hukuk sistemi, ulusal tahkimde verilen hakem kararlarını mahkeme kararlarıyla eşit tuttuğuna göre, ticaret siciline tescil edilecek kararın mutlaka bir devlet mahkemesi tarafından verilmesi gerektiğini savunmak, kanun koyucunun iradesiyle uyuşan bir yaklaşım olmayacaktır (AYOĞLU, s.96-97). Kanun koyucu, bu konuda sadece tapu sicili bakımından bir tercih yapmış ve taşınmaz mallar üzerindeki ayni haklar yönünden tahkim yolunu kapatmış, şirket ilişkileri bakımından tahkime gitme imkânını kapatmamıştır. Nitekim, şirket ortağının çıkmasına ya da yöneticinin azline dair ticaret siciline yapılacak kayıt, kurucu nitelikte olmayıp açıklayıcı niteliktedir. Bu nedenlerle de salt sicil değişikliği gerektireceği gerekçesiyle meselenin tahkime elverişli olmadığı savunulamaz. Taraflar arasında, Şirketle ilgili olarak çıkacak uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözümleneceğine dair ifade, yeterince somuttur. Şirket ortaklığından kaynaklanacak uyuşmazlıklar tanımana, şirket ortaklığından çıkma ve yöneticisinin azli konusunun da dâhil olduğundan, yukarıdaki açıklamalar ışığında, kuşku duymamak gerekir. Çünkü taraflar, ortaklık ilişkisinden doğacak uyuşmazlıklar bakımından tahkim şartını imzalamıştır.
Açıklanan bu gerekçelerle, davacı vekilinin istinaf başvuru nedenleri ile sınırlı olarak yapılan inceleme sonucu, ilk derece mahkemesinin kararında ve gerekçesinde yasa ve usule aykırılık bulunmadığı gibi kamu düzenine aykırılık da görülmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.1 maddesi uyarınca esastan reddine” karar verilmiştir.
* Benzer yönde bkz. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesinin 20.10.2022 tarihli, E. 2022/1843 K. 2022/1373 sayılı ilâmı.
2. “Hissedarlık Durumunun Tespiti (ve Hisse Devri) Tahkime Elverişlidir.”
T.C.
İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
43. HUKUK DAİRESİ
E. 2023/1495 K. 2024/269 T. 27.02.2024
“Dava, davacının … San. Ve Tic. Aş.’de 92.100 TL’lik nominal değerde hissedar olduğunun, hisselerinin hamile yazılı olduğunun, … San. Ve Tic. Aş.’nin %9’luk hissenin işçi alacaklarını teminen rehin için verildiğinin, şirket pay senetlerinin hamiline olduğunun nama yazılı olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece uyuşmazlığın tahkim yolu ile çözümlenmesi gerektiği anlaşıldığından davanın usulden reddine karar verilmiş, karara karşı davacı vekilince istinaf yoluna başvurulmuştur. İstinafa gelen uyuşmazlık temelde, uyuşmazlığın tahkim yolu ile çözümlenmesinin mümkün olup olmadığı noktasındadır.
Davacı …, dava dışı …, …, …, …,… ile … Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi arasında imzalanan 20.11.2015 tarihli hisse alım sözleşmesinin 24.3.maddesinde tarafların bu sözleşmeden doğabilecek veya bunlarla ilgili olan veya bunların ihlaline ilişkin herhangi bir uyuşmazlık, anlaşmazlık veya ihtilafın önce taraflar arasında dostane bir şekilde çözümlenmesini kararlaştırıldıktan sonra bu şekilde uyuşmazlığın çözümlenememesi halinde taraflardan her birinin tahkim sürecini başlatma hakkı olduğu, dostane çözümün işe yaramaması halinde bu sözleşmeden doğan veya ihlali, feshedilmesi veya hükümsüzlüğü ile ilgili uyuşmazlıkların tahkim kurallarına göre çözümleneceği, tahkim yerinin Londra olacağı düzenlenmiştir. Tarafların sözleşme veya sözleşme dışı bir hukuki ilişkiden doğmuş veya doğabilecek uyuşmazlıkların tamamının veya bir kısmının çözümünü hakem veya hakem kuruluna bırakılması hususunda yaptıkları anlaşmalar tahkim sözleşmesi olarak adlandırılmakta olup yalnızca iki tarafın iradeleriyle tasarrufta bulunabilecekleri konularda tahkim sözleşmesi yapılabilir. İster bağımsız bir tahkim sözleşmesi şeklinde isterse bir tahkim şartı şeklinde yapılsın tahkim sözleşmesinin geçerliliği için aranan temel unsurlar geçerli bir tahkim iradesinin varlığı ve yazılı şekil şartıdır. Tahkim sözleşmesinin tabi olduğu şekil 1958 tarihli New York Sözleşmesi’nin 2. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre geçerli tahkim şartından bahsedebilmek için taraflarca imzalanmış yazılı bir anlaşma, karşılıklı mektup teatisi veya telgraf aranmaktadır. 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu’nun 4/3.maddesine göre tahkim anlaşması, tarafların tahkim anlaşmasına uygulanmak üzere seçtiği hukuka veya böyle bir hukuk seçimi yoksa Türk hukukuna uygun olduğu takdirde geçerlidir. Bir davanın hakemde görüleceğine dair hakem sözleşmesinin ya da bir sözleşmeye eklenen tahkim şartının geçerli olabilmesi için ortaya konan tahkim iradesinin hiçbir tereddüde yer vermeyecek kesinlikte açık olması gerekmektedir. Türk hukuku bakımından tahkim sözleşmesinin tanımı ve şekli 6100 sayılı HMK’nun 412. maddesinde düzenlenmiş olup, HMK’nun 408. maddesine göre ise taşınmaz mallar üzerindeki ayni haklardan veya iki tarafın iradelerine tabi olmayan işlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar tahkime elverişli değildir.
Bu bağlamda davalı tarafın tahkim ilk itirazı HMK’nın 413. maddesi gereğince incelendiğinde 20.11.2015 tarihli hisse alım sözleşmesinin konusu … San. Ve Tic. Aş. Hisselerinin davalı şirkete devrine ilişkin olmakla birlikte taraflar arasındaki uyuşmazlık 20.11.2015 tarihli hisse alım sözleşmesinin yerine getirilmemesi nedeniyle hisse devri yapacak olan davacının, … San. Ve Tic. Aş.’nin %9luk hissesi nedeniyle … San. Ve Tic. Aş.’de hissedar olduğunun tespiti istemine dayanmaktadır. Bu halde sözleşme konusu olan hisse devri ayni hakka ilişkin olmadığı gibi iki tarafın iradelerine tabi olmayan işlerden de olmayıp, uyuşmazlık hissedarlık durumunun tespitine ilişkin olduğundan HMK’nun 408. maddesindeki tahkime elverişlilik koşulu gerçekleşmiştir. Davalı taraf süresinde vermiş olduğu dilekçesi ile tahkim ilk itirazında bulunmuş olup, taraflar arasında geçerli bir tahkim şartı uyarınca sözleşmeden doğan uyuşmazlığın tahkimde çözümü gerektiğinden mahkemece davanın usulden reddine karar verilmesi isabetli olmuştur.”
* İşbu Bölge Adliye Mahkemesi kararı, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 05.05.2025 tarihli, E. 2024/3489 K. 2025/3089 sayılı ilâmıyla onanmıştır.




