Ord. Prof. Şevket Memedali Bilgişin‘in İktısadî Yürüyüş Dergisinin 106. sayısında yayınlanan “Hukukçuların Uğradığı Güçlükler” başlıklı makalesinin metne çevrilmiş dijital hâlidir.
İktısadi Yürüyüş Dergisinin ilgili sayısı Beyazıt Devlet Kütüphanesi’den temin edilmiş (Demirbaş No: SY377601), PDF olarak taradıktan sonra metne dönüştürülmüştür.
Çalışmanın PDF’sini buraya tıklayarak indirebilirsiniz.
“Tarihte ve Bugünkü: Anonim Şirketler” başlıklı makalenin dijital hâline buradan ulaşabilir.
İKTISADİ HAYATTA
Hukuk Nizamî
Hukukçuların Uğradığı Güçlükler
Yazan: Ord. Prof. Şevket Memedali Bilgişin
İlmin hayatta en hakiki mürşit olduğuna inanan milletler, kendilerini refah içinde yaşamağa namzed telekki edebilirler..
Hukuka hürmet etmesini bilen ve bunun içtimaî bir insiyak haline getirebilen milletler, hürriyetin ruhlara ebediyet zevki veren tadını duymak sırrına mazhar olurlar..
Hayatımızı normalleşdirmek için hukukun, iktisadi hayat gelişmesine uygun bir tempo ile serbest bir ilim ve teknik havası içinde inkişaf etmesini kolaylaşdırmanın lüzumlu olacağını bundan önceki makalemde izaha çalışmıştım. [Bkz. “Hukukçuların Ödevi”, Ord. Prof. Şevket Memedali Bilgişin. İktisadi Yürüyüş, Sayı: 105, 1 Mayıs 1944, s. 3 ve 23.]
Acaba bugünün hukukçuları, ilim ve teknik havasından büsbütün uzak bir âlem içinde mi çalışıyorlar? Bugünün hukuki mevzuatı böyle bir âlem içinde mi inkişaf ediyor ? Bu sorulara insafsızca müsbet bir cevap vermek hayat realitelerine uygun değildir. Kültür memleketlerinin her birinde, doktirin ve jürispürüdans sahalarında görülen çalışmalar ve mücahedeler, Hukukçuların da hayat alanında kendilerine düşen ilmî ödevleri tamamlamağa uğraşdıklarını gösteriyor. Bununla beraber, hukukçunun vazifesi herhangi bir ilim adamınınki kadar kolay değildir.
Bir fizik âlimi, elektrik hâdiselerini tetkik ve izah ederken, içinde yaşadığı devlet ve memleketin siyasî ve içtimaî rejimleri ile alâkadar olmaz.. Bir Biyolog, çalıştığı muhitte, Devletçi veya Liberal bir iktisat sisteminin takip edilmesi ile veya siyasî rejimlerin, Demokratik yahut Otoriter olması ile ilgilenmeden araştırmalarına devam eder. Halbuki Hukuk bilginleri, içtimaî, iktisadî ve hatta siyasî hareketlere karşı duygusuz bir âlem içinde yaşayıp çalışmazlar. Onlar, kanunların ve geniş manada hukukun, yalnız geçirdiği tekâmül merhalelerini tetkik etmekle kalmazlar; içinde yaşadıkları muhitin ve günün hâdiselerini, dünya görüşlerini de incelemek ve bu ceryanlar arasında çalışmak mecburiyetindedirler. İşte güçlük burada.
On dokuzuncu asır iptidalarında Fransada geniş bir kanunlaşma (codification) hareketi başlamıştı. Bir çok ana kanunlar arasında büyük hacimde tanzim edilen ticaret kanununda da on sekizinci asırdan aşıp gelen individualiste ve liberal zihniyetlerin tesirleri müşahede ediliyor. Bu kanun, ana hatları itibarile bugüne kadar tatbik mevkiinde bulunduğu halde, aradan geçen yüz küsur sene içinde türlü tadillere uğramış ve her yapılan tadilât, o günün siyasi tesirlerinden kurtulamamıştır. Hatta 1935 senesinde neşredilen, ( décret-loi ) lar ile yapılan tadilât, bariz bir surette, ana kanunun ruhundan uzaklaşan ve daha ziyade sola mütemayil cereyanların tesirlerini inikâs ettirmektedir.
On dokuzuncu asır içinde Almanyada da velût bir hukuki inkişaf görülmektedir. Siyaseten birçok hükûmetlere parçalanmış bulunan Alman milleti, Napolyon istilâlarının tesirleri altında daha ziyade inkişaf eden vatan duyguları ile birleşme ihtiyacını hissetmiş ve bunun ilk merhalesi olarak hukuk sahasında bir birlik vücude getirmeğe çalışmıştı. Bilhassa on dokuzuncu asrın ikinci yarısındaki çalışmalar, Alman hukukçularına, tarihte iyi bir şöhret temin etti. Teknik kabiliyetlerine ve bu alanda gösterdikleri kabiliyetlere rağmen Alman hukukçuları da içinde yaşadıkları âlemin ve siyasî otoritelerin tesirlerinden uzak bulunduklarını iddia etmek güç olur. Bunun daha bariz bir tezahürünü, Nasyonal Sosyalist hareketinden sonraki hukukî neşriyatında ve neşredilen kanunlarda görüyoruz. Düne kadar daha sakin ve kendi âleminde çalışan hukukçuların mühim bir kısmı yeni ideolojinin hukukî mânasını izaha koyularak buna ilmî bir çeşni vermeğe gayret ettiler. Bunlara eklenebilecek daha bir çok misaller vardır.
Bütün bunlar gösteriyor ki hukuk bilginleri çalışmalarında tamamen serbest kalamıyorlar. Serbestiyi tahdit eden bu unsurlar yalnız otoriter ve zecrî bir mahiyette kalmayıp psikolojik bir unsur haline de inkilâp edebiliyor. İdeolojik telkinler, içtimaî muhitlerde o kadar kuvvetli izler bırakırlar ki, hukukçular bunların tesirlerinden de kendilerini kurtarmakta müşkülâta uğrarlar. Din vâzılarının ortaya koydukları doğmaların cezbesine kapılan muazzam insan kitleleri arasından, hukukçuların sıyrılıp kurtulmalarına imkân mı vardı? İnsanların din uğrunda dökdükleri kanların meşruiyetini izaha çalışan mümn bir hukukçu hiç şüphesiz ki vicdanının sesine aykırı hareket etmiş bulunmuyordu.
Bugün de böyledir. Meselâ komünist âleminin hukukçuları, bütün bu hukuk nizamını bu sisteme göre izah ve tahlil ederken, Nasyonal Sosyalist ideolojisini benimseyen bir hukukçu da bu görüşle hukuka mâna vermeğe çalışır. Bilmiyoruz; Faşist rejiminin değişmesi halinde, bu rejimin yarattığı hukuk sistemleri ne kadar yaşayabilecektir?
Bu itibarla, ilim alanında çalışmak istiyen bir hukukçunun, kendisini cezbe halinin şuursuzluğundan kurtarabilmesi icabediyor ki ilim şubelerinin diğerlerinde bu müşkülât yoktur. Böyle bir serbestiyi elde edebilen bir hukukçu, hayat realitelerini daha ziyade tarafsız bir gözle ve salim bir muhakeme ile tetkik edebilecektir. Bundan sonradır ki, hukukçu tam bir ilim otoritesine malik olabilir.
Bugünün uhranları içinde böyle bir haletin tahakkukuna belki imkân görülemez; belki böyle bir düşünceye utopie denilecektir. Fakat normâl bir hayata kavuşmak için mutlaka normal bir hukuk nizamına malik olmak ihtiyacındayız. Ferdî iradelerin toplu veya dağınık tezahürleri neticesinde tahakkuk eden içtimaî hadiseler, ancak normal bir (hukuk nizamı ) içinde insanileşir.
Muntazam bir metot ile hakikatleri bulmağa çalışan ilmin, hayatta en hakikî mürşit olduğuna inanan milletler, kendilerini refah içinde yaşamağa namzet telâkki edebilirler. Hukuk ilmi de, ilim âilesinin bir uzvudur. Hukuka hürmet etmesini bilen ve bunu bir içtimaî insiyak haline getirebilen milletler, hürriyetin ruhlara ebediyet zevkı veren tadını duymak sırrına mazhar olurlar.
Şevket Memedali Bilgişin